UBP Milletvekili Oğuzhan Hasipoğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ruhsat sahalarında Yavuz sondaj gemisinin, üçüncü sondaj faaliyetiyle ilgili açıklama yapan Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borell’i eleştirdi. Hasipoğlu, yazılı açıklamasında, AB’nin hala konuyu Türkiye’nin deniz yetki alanı meselesiymiş gibi görerek, hem hukuken hem de siyaseten hata yapmaya devam ettiğini kaydetti. Rum tarafının Türk tarafının doğal kaynak arama faaliyetleriyle ilgili ortak komite kurulması teklifini reddettiğini, tek yanlı olarak diğer ülke ve şirketlerle paylaşım anlaşmaları imzaladığını ve bazı ülkelerle MEB ilan ettiğini hatırlatan Haspoğlu, “Madem ki Rum tarafı tek yanlı adımlarını atmaya kararlı, paylaşım sorunu var ve herşeyi bir gün çözüm olacak varsayımıyla bizim haklarımızı gasbediyor, bu durumda bizim de ‘sen kazarsan ben de kazarım’ anlayışıyla devam etmekten başka çaremiz yoktur” dedi. Kıbrıs Türk tarafının Komite kuralım, kaynakları ve gelirleri beraberce paylaşalım önerisinin üçüncüsü olan 13 Temmuz 2019 tarihli önerinin hala masada olduğunu kaydeden Hasioplu, . “Rum tarafı bu öneriyi bir kez daha değerlendirmelidir. Bu konuda muhattabının Türkiye değil, KKTC olduğunu bilmelidiriler. Bir gün müzakere masasında anlaşacağımız umuduyla Kıbrıs Rum tarafının keyfini bekleyecek değiliz. Eğer Kıbrıs Rum çözüm olmadan da tek yanlı olarak arama ve sondaj faaliyetlerinde bulunabiliyorsa, adadaki diğer egemen devlet olarak bizim de yapabilmemiz ve bu anlamda gerek Türk, gerekse yabancı şirktlere kendi deniz yetki alanlarımız içerisinde ruhsat verebilmemiz mümkün olabilmelidir” dedi. Kıbrıs Rum tarafının uzlaşmaz tavrını sürdürerek, deyim yerindeyse ‘Yavuz Hırsız Ev Sahibini bastırır’ anlayışıyla Türkiye’yi AB’ye devamlı şikayet ettiğini, yaptırımlar uygulatmaya çalıştığını ifade eden Hasipoğlu şu ifadeleri kullandı. “Bu uzlaşmaz tutumundan dolayı Yavuz gemisi Kıbrıs Türk’nün haklı ve meşru çıkarları adına adanın güney sahiline, G noktasına, gelmiştir. Yoksa Rum tarafının bu ‘Yavuz Hırsız’ anlayışı olmasa idi, belki de Yavuz gemisi buralara hiç gelmeyecek veya önerdiğimiz Komite yönetiminde tüm adadaki her iki halkın ortak menfaati için gelmiş olacaktı. Rum tarafının bu uzlaşmaz tavrı yüzünden Barbaros, Oruç Reis, Fatih ve derken Yavuz gemilerinin sahibi olduk”. “BU KONUYU BİR KEZ DAHA AP’NİN GÜNDEMİNE GETİRECEĞİZ” Bu hafta içerisinde Cumhuriyet Meclisi heyet olarak Avrupa Parlamentosu’nda diğer Avrupalı vekillerle birlikte bir etkinlik düzenleyeceklerini anlatan Hasipoğlu, bu konuyu bu etkinlikte de bir kez daha AP’nin gündemine getireceklerini kaydetti. “SESİMİZİ DUYURMAYA ÇALIŞACAĞIZ” AB’nin konuyla ilgili hiçbir açıklamasında, Kıbrıs Türkleri’ne değinmediğini Kıbrıs Türkleri’nin varlığını ve haklarını yok saydığını dile getiren Hasipoğlu, “AP içerisinde sandelyemiz ve konuşma hakkımız olmasa da, bu tür etkinliklerle sesimizi duyurmaya çalışacağız”dedi. AB’nin, 2004 yılında Annan Planına ‘Hayır’diyen Rum tarafını ödüllendirdiğini, Kıbrıs Türkü’ne söz verdiği Doğrudan Ticaret Tüzüğünü 16 yıldır uygulamaya koymayarak haksızlık yapmaya devam ettiğini vurgulayan Hasioğlu açıklamasında şöyle dedi: “Keza, Kapalı Maraş ile ilgili bir araştırma komitesi kurarak adaya göndermesine rağmen sadece Kıbrıs Rum tarafı yetkililerini dinlemiş, şimdi de Yavuz gemisinin adanın güneyinde arama ve sondaj faaliyetlerine girmesini Rum tarafının egemenlik hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle eleştirmektedir. AB, hata üstüne hata yapmaya devam etmektedir. Bu siyaset anlayışı AB’nin demokrasi, insan hakları gibi evrensel ilkelerine de ters olduğunu belirten Hasipoğlu, biz Kıbrıs Türk tarafı olarak hiçbir zaman masadan kaçan taraf olmadığımız gibi her zaman uzlaşmacı ve paylaşımcı bir zihniyetle de hareket ettik. Yapılan Hidrokarbon Komitesi kuralım önerilerimiz de bunun en somut göstergesidir. Maalesef, AB hata yapmaya devam ederek, aslında Kıbrıs Türk tarafını çözüme motive edeceği yerde, ön yargılı ve çifte standartlı politikalarına devam ediyor. Bu tutum aslında Rum tarafını daha da şımartan ve bizimle bu adanın yönetimini ve ada etrafındaki zenginliğini paylaşma iradesinin daha da azalmasına sebebiyet verecek olan bir yaklaşımdır. AB, bir an önce, tıpkı son BM Raporlarında da ifade edildiği gibi, ada etrafındaki doğal kaynaklardan Kıbrıs Türk tarafının da hakkı olduğunu kabullenmeli ve uluslararası deniz hukuku uygulamalarının ‘Hakça’ bir paylaşımı esas aldığını görerek, adil ve mevcut realiteler ışığında hareket tarzı belirlemelidir”.
Editör: TE Bilisim