GMB atılı araçlarını tamir ederek yeniden kullanacak! GMB atılı araçlarını tamir ederek yeniden kullanacak!
"Merhaba, ben Mehmet Arif Altak; hani şu Adıyaman İsias Otel enkazı altında kalıp annesi babası yanında olmayan ‘kimsesiz’ dediğiniz çocuk. Öncelikle şunu belirtmeliyim ben kimsesiz değilim annem de var babam da hatta annemin babamın eksikliğini hissettirmeyecek dostları da. Size neden bana “kimsesiz çocuk” dediler onu en baştan anlatayım. Ben 2009 yılında Mağusa’da dünyaya gözlerimi açtım. Annem babam mutlu bende gözyaşı. 20 yıldır Kıbrıs’ta annem fizik babam ise matematik öğretmeni olarak hizmet ediyor. İlkokulu Mağusa’da tamamlayıp her anne babanın arzuladığı kolej sınavlarına girerek başarılı oldum ve Mağusa Türk Maarif Kolejinde 8. sınıf öğrencisiyim. İlkokul 3. sınıftan bu yana beraber okuduğum, otelde aynı odayı ve şimdi aynı toprak altında yan yana yattığımız arkadaşlarım Hasan ve Aykan’la hiç ayrılmadık. Babamın annemin bugüne kadar yetiştirdikleri, okuttukları, etüt yaptıkları öğrencilerinin başarı hikâyeleriyle büyüdüm. Cerrah Simay ablayı, Birleşmiş Milletlerde görev alan Mertkan abiyi, dünyaca ünlü estetiysen Hasan abiyi, ortopedist Ramadan abiyi, mimar Merve ablayı ve daha adı aklıma gelmeyen babamın annemin öğrencisi olmuş hiç tanımadığım onlarca insanın başarı hikâyesi benim hayatımda işaret fişeği olmalarının yanında annem ve babamla hep gurur duymamı sağladı. Ben de onlar gibi başarılı olacak annemin babamın gurur kaynağı olacaktım. Sanırım oldum da. Son zamanlarda annemi ve babamı çok kaygılı gördüm. Ablam ve bana hiçbir şey yansıtmamaya çalışsalar da bazı sıkıntılar olduğunu anlayabiliyorduk. Sanırım çalıştıkları işyerinde bazı sorunlar yaşıyorlardı/yaşatılıyordu. Anne babama “Benimle çalışmazsanız sizi adada yaşatmam.” denildiğini duydum. Evde benim anlamlarını çok da bilmediğim çalışma izni, ikamet izni, muhaceret, vatandaşlık gibi sözcükleri sıkça duyar oldum. O iş yerinden ayrılmalarına rağmen bir türlü çözülemeyen problemler vardı. Bu süre zarfında okulumu, antrenmanlarımı hiç aksatmadım. 9 Ağustos gününü unutamıyorum. Okuldan döndüğümde annem de babam da evde yoktu. Anne babamın kaygılı dostları bizi karşıladı. Anne babamın küçük bir sorun yaşadığını şu an başka bir yerde misafir edildiklerini, kaygılanacak bir durum olmadığını ve bugün eve gelemeyeceklerini söylediler. O gün evimizde değil aile dostlarının evinde kaldık. Önce günler geçti ama annem babam gelmedi. Sonra haftalar geçmeye başladı annem babam gelmedi. Amcam geldi bizimle kalmaya başladı. Annem babam gelmedi. Daha önce de duyduğum çalışma izni sözcüğünü daha sık duyar oldum. Duyduklarım arasında anne ve babamın çalışma izin süreleri sekiz gün geçtiği için eski çalıştığı işyeri sahibi ihbar etmiş önce annemi ardından babamı tutuklamışlar ve izinsiz ikametten cezaevine göndermişler. Avukat tutulduğu yeniden çalışma izni çıkarılmaya çalışıldığını ama birilerinin engel olduğunu duydum. Bu sıralarda “deport” diye yeni bir sözcük de öğrendim. Bizi Kıbrıs’tan göndereceklermiş. Neden anlayamadım hâlbuki ben babama her defasında “ben Kıbrıslıyım” diyordum. Sonra daha önce de duyduğum “muhaceret” sözcüğü sıkça konuşulmaya başlandı. Af çıkacakmış ve ben anne babama yeniden kavuşacakmışım. Bu arada anne babamla ayrılalı üç ay olmuştu. Ben hiç ziyaretlerine gitmedim. Ne ben onları öyle görmek ne de onlar öyle görünmek istedi. Duyduğum kadarıyla af çıkmıştı ve ben de sonunda sevdiklerime kavuşacaktım. Sonra yine ne oldu anlamadım. Başvurusu olan herkes affedilmiş ama anne babamı affetmemiştiler. Benim anne ve babam ne kadar büyük bir suç işlemişlerdi ki affetmediler? Yanımızda olan amcamızın izin süresi dolmuş ninem ve dedem bizim yanımıza gelmiş onlarla kalmaya başlamıştık. İki ergen ve iki ihtiyar evdeki çatışmayı siz düşünün. Ne kadar dedem bana zorla kahvaltı yaptırmaya, ninem sıkı sıkı giyindirmeye çalışsa da onları çok seviyorum. Ninemin bize göstermeden dökülen gözyaşlarına kurban olurum. Aile dostlarını konuşurlarken duydum: Neden affetmediler diye araştırılırken bir memurun dosya üzerine “işlem yapılmasın” notunun düşüldüğü görülmüş. Acaba memur amca 20 yıldır Kıbrıs’ta öğretmenlikten başka iş yapmayan anne babamın hangi büyük kusurunu görmüş ki bu notu düşmüş? Anne ve babam isteseler cezaevinden çıkar ve buradan giderlerdi. İstemediler çünkü bir suçlu gibi ülkeden kovulmak çok ağırdı ve onlar tüm gelecek planlarını bizim için bu ülkede tasarlamışlardı. Üç defa vatandaşlık için başvurduklarını ama yasal olarak hak etmelerine rağmen hiçbir şey yapılmadığını daha önce babamdan duymuştum. Biz de buradan gitmeyi hiç istemedik. Bizim için cezaevinde kalmaya razı oldular ve gidecekseler de haklarında kim hangi yaftayı yapıştırmışsa ondan aklanıp öyle gideceklerdi. Üç aylık ayrılıktan sonra ne onlar ne de biz bu hasrete dayanabildik. Haftada iki kere olan on dakikalık telefon görüşmelerinden sonra ablam ve ben ilk defa cezaevine ziyarete gittik. Bir camın ardında telefon ahizesinde önce annemle sonra babamla görüştüm. Mutlu olduklarını, orada çok iyi dostlar edindiklerini söyleseler, gözlerinde biriken damlaları tutmaya çalışsalar da durumlarını anlayabilecek yaştaydım. Sonrasında üç defa daha görüşebildim. Annem babam cezaevindeydi ama ne derslerimi ne de antrenmanlarımı aksattım. Başarı hikâyeleriyle büyüyen ben başarılı olmak, annemi babamı gururlandırmak zorundaydım. Antrenmanlarımda ve şimdi Osman Hocamız beni hiç yalnız bırakmadı. Sonunda KKTC Ortaokullar arası voleybol şampiyonu olduk. Türkiye Adıyaman’a gideceğimiz ve orada maç yapacağımız söylendi. Mutluluğumu anlatacak kelime bulamıyorum. Üç aydır yanımızda bulunan ninemin ve dedemin Türkiye’ye gitmeme pek de gönülleri yoktu. O kadar çok istedim ki. Çünkü benim gitmem için güçlü nedenlerim vardı. Nineme, “Ben bu maça gidip şampiyonluk kupasını alacağım ve cumhurbaşkanına götüreceğim belki böylelikle anne ve babamı bırakırlar.” diye söyledim. Sonunda onların da gönlünü ederek maça gitmek üzere bana izin verdiler. Hava alanına geldiğimizde polis amca anne babamın izin sürelerinin dolduğunu ve benim de gidemeyeceğimi söylediğinde dünyam başıma yıkılmıştı. Ama benim Osman hocam vardı. Osman hocamın yoğun telefon görüşmelerinden sonra bana da izin çıkmış ve annemi babamı özgürlüğüne kavuşturacak o maça gidebilecektim. Sonunda Adıyaman’a geldik. İlk defa kar görmenin heyecanı nasıldır bilemezsiniz. İlkokuldan bu yana hiç ayrılmadığımız Hasan ve Aykan’la çok güzel bir yolculuğun ardından Osman Hocamız bizi kırmayarak aynı odada yerimizi ayarladı. İnsanın sevdikleriyle beraber olması ne paha biçilmez bir duygu!.. Ve şampiyon olduk. Ülkemin bayrağını dalgalandırmak için gittiğim Adıyaman’dan ülkeme döndüğümde tüm Kıbrıs bizi karşılamaya gelmişti. Annem babam dâhil olmak üzere tüm sevdiklerim bizi karşılamaya gelmişti. Askerlerin omuzunda taşındık. Nasıl bir mutluluk bilemezsiniz. Anne babamın mutluluk gözyaşlarını gördüm. Onları altı ay sonra özgür gördüm. Bizi karşılamaya gelmişler. Hedefime ulaşmıştım, şampiyon olmuştuk ve anne babamı bırakmışlardı. Ertesi gün tüm Kıbrıs’ın katıldığı kutlamalar yapıldı. Türkiye’de bulunan amcalarım da bu kutlamalara katılmıştı. Biz geçerken asker, polis selam duruyordu. Cumhurbaşkanının anneme babama bayrak takdim ettiğini gördüm. Evimize de bayrak asmışlar. Üç gün üç gece evimiz hiç boşalmadı o kadar çok insan tebrik etmeye gelmişti ki tarifi imkânsız bir mutluluk. Şimdi annem babam özgür ve ben arkadaşlarım Hasan ve Aykan’la, takım arkadaşlarımla Osman Hocamla, Ali Hocamla aynı yerde yan yana çok sevdiğim ülkemin topraklarında yatıyoruz. Sevenlerimizin gözlerinden akan mutluluk gözyaşlarına şahit oluyoruz. Artık bize “Melekler Takımı”, “Görev Şehidi” diyorlar. Ben kimsesiz değil şehit annesi başarılı öğrenciler ve evlatlar yetiştirmiş fizik öğretmeni Meryem’in ve şehit babası başarılı öğrenciler ve evlatlar yetiştirmiş Mustafa’nın oğlu; bu memleketin, sizin evladınız; Gazimağusa Türk Maarif Koleji öğrencisi, Melekler Takımı oyuncusu, görev şehidi Mehmet Arif Altak’ım. Sizden tek dileğim var beni anne ve babamdan, ablamdan ayırıp burada “kimsesiz” bırakmayın. Melekler Takımı Oyuncusu Görev Şehidi Mehmet Arif Altak"
Editör: TE Bilisim