Emekli Yüzbaşı Sermet Akdağ, “Kıbrıs Türkü’nün kurtuluşu” olarak adlandırdığı Barış Harekâtı olmasaydı bugün adada Türklerin de olmayacağını söyledi.
Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974’te Yunan Hükümeti’nin desteği ile yapılan darbenin ardından, garantör ülke olmasının verdiği yetkiyle Türkiye tarafından başlatılan Barış Harekâtı’nın 50’nci yılı kutlanıyor.
20 Temmuz 1974’te saat 06.05’ten itibaren Türk ordusunun adaya havadan indirme ve denizden çıkarma yapmasıyla başlayan Harekât sırasında asteğmen olan Emekli Yüzbaşı Sermet Akdağ, Harekâtın 50’nci yıldönümü vesilesiyle, o günlerde yaşadıklarını ve tanık olduklarını Türk Ajansı Kıbrıs (TAK) muhabirine anlattı.
PLADİNİ (ÇIKARMA) PLAJI’NIN TESPİTİ…
Denizden yapılacak çıkarma için uygun sahil tespiti görevinde yer alan ve Pladini’de (Çıkarma Plajı) gerekli ölçümleri yaptıran Akdağ, aynı zamanda, 19 Temmuz 1974 sabahı Türkiye’den gelen ve harekâtın başlayacağını bildiren “çok acil” kodlu mesajı da çözen komutan…
Çıkarma sahilinin tespiti için görevi, 1973 yılının Mayıs ayında Boğaz Sancağı’nda İstihbarat Komutanı Yardımcısı iken, Harekât Subayı Binbaşı Ahmet Erginer’den aldığını anlatan Akdağ, olayı şöyle aktardı:
“Binbaşı Ahmet Erginer beni yanına çağırdı, ‘Girne Sahillerini gözümle bir taramak isterim’ dedi. Girne’ye gittik. Pladini’ye vardığımızda bir sigara içip mola vermek istedi. Tabii sahilleri görme maksadından bana bahsetmemişti… Arabayı uygun bir yere park ettik, indik, uygun bir yere oturduk. ‘Acaba bu kayadan doğu taraftaki kıyıya kaç metre var?’ diye sordu. Aslında sonradan fark ettim, o plajla ilgili dikkatimi çekmeye çalışıyordu…
Aradan 10-15 gün geçti, Binbaşı beni yine çağırdı, önünde bir kroki… Dedi ki, ‘Sermet, burayı tanıdın mı?’; ‘Tanıdım.” dedim. Çıkarma Plajı’ydı… ‘Sermet, bu kayadan bu kenara genişliğini öğrenmek isterim. Orada derinlik ne kadar? Orada kıyıya mesafe ne kadar?’ dedi. Ben emri aldım, Girne’deki istihbarat elemanımız olan Süleyman Hürdeniz’den beni Pladini’de balığa çıkarmasını istedim, çıkarmadan bahsetmedim. Aldı beni Pladini’ye götürdü. Komutanın istediklerini Süleyman’a yaptırdım. Daldı, kamışla ölçtü. Yaklaşık ölçüleri not aldık. Tabii biz bu işi bir defada yapmadık, 4-5 kere gittik, görevi tamamladık.”
“MÜCAHİTLERİMİ NE KADAR ÖVSEM AZDIR”
Çıkarma Plajı’nın tespitinden sonra Tuzla Piyade okulunda eğitime gönderilen Sermet Akdağ, 6 aylık eğitimin ardından Fota Sancağı’nda Zafer Taburu Deniz Bölüğü Silah Takım Komutanı olarak görevlendirildiğini, ancak aynı zamanda istihbarat işi ile de ilgilenmesinin istendiğini kaydetti.
15 Temmuz Yunan darbesi sırasında yaşananlara da değinen Akdağ, darbe dolayısıyla seferberlik ilan edildiğini ve kamplara katılanlara eğitimler verildiğini anlattı.
Akdağ, 19 Temmuz’da “Çok Acil” kodlu telsiz mesajı geldikten sonra yaşadıklarını ise şöyle aktardı:
“19 Temmuz günü öğleden sonra Türkiyeli Karargâh Destek Bölük Komutanı Ziya Erhan Land Rover ile takıma gelir. Mehmet Çavuş koşarak yanıma geldi ve bir Land Rover’in bize doğru geldiğini haber verir. Ben çıktım, karşıladım. ‘Sancaktar bey seni istiyor’ dedi, Boğaz’a gittik. ‘Çok Acil’ telsiz mesajı gelmiş… ‘Bak bakalım bu mesaj ne diyor?’ dedi Sancaktar. Ben mesajı çözdüm. Karadan ve denizden harekâtın başlayacağı ve gerekli tedbirlerin alınması yazıyordu. Komutan biraz heyecanlandı, benim bir değişikliğim olmadı. Komutan ‘Ne oluyor Sermet? Beklediğin gün geldi’ dedi. Ben de ‘Komutanım, 1967’de de ben aynı mesajı çözdüm, sadece o ‘çok acil değil, acil kodluydu’ dedim. Sonra beni birliğime gönderdi. Giderken de yol üzerindeki bazı tabur komutanlarını bizzat görerek, yanına göndermemi emretti. Ayrıca, birliğime gittiğimde havadan inecek askerin ilk anda sığınabileceği sığınaklar yapmamı emretti.
‘Gece saat 3 civarında uçak gelecek, uçak Çamlıbel istikametine geldiğinde beni bilgilendir’ dedi. Mücahitlerimi ne kadar övsem azdır. Gece 12’ye kadar sığınak yapıldı, feneri kondu, sandalyesi kondu, suları kondu. Gece 2’de bir uçak geldi, sancağa haberi ulaştırdık ama uçak birkaç tur döndü, gitti. Sonradan öğrendik, başaramamış gitmiş…”
Sabah şafak sökerken uçakların gelişini gözyaşları içinde “Sabah olduğunda baktık ki uçaklar Beşparmak Dağları’ndan süzülüp süzülüp geliyor. Hangi mücahidi mevzisine sokabilirsin? Hepsi çıktı mevzisinin üstüne” sözleri ile anlatan Akdağ, birkaç saat sonrasında ise paraşütlerin inmeye başladığını ve paraşütle inenleri sığınağa yerleştirdiklerini belirtti.
PARAŞÜTLE İNEN HARİTALAR…
Çıkarma sürerken Tabur Komutanının kendisini çağırdığını ve kendisine bir koordinat vererek oraya inen paraşütü almasını istediğini anlatan Akdağ, Rumlar ile kendilerinin tam ortasına inen paraşütte insan olmadığını sadece bir çanta olduğunu söyledi. Akdağ, “Çantayı açtığım zaman en üstte bir bıçak, bıçağın üstünde ‘Alsancak’ yazar. Onun altında bir su matarası, onun da üstünde ‘Alsancak’ yazar. Salih (yardımcısı) matarayı istedi, verdim. Salih rahmetlik oldu, ama en son 3-4 sene önce konuştuğumuzda ‘hala daha matara evde durur komutanım’ demişti… Ben de bıçağı aldım, taktım belime. Harekât ile ilgili haritalar vardı çantada. Biraz tedirgin oldum haritaları görünce. Hemen kapadık çantayı… Hade Salih dedim, sırtlan bunu, Boğaz’a. Sırtlandı, Boğaz’a götürdü.” diye konuştu. Bu esnada Rumların da atışlara başladığını belirten Akdağ, Türkiye’den gelen uçaklar kendilerini bombalamasın diye “tanıtma bezleri” gerdiklerini anlattı.
Akdağ, harekât başladığında halkın heyecanını ise “Halk sokaklara çıktı. Fota köyünde kimisi koyun keser, kimisi makarna yapar, kimisi ateş yakar. Mücahit de mevzide durmaz, hepsi mevziinin üstünde… Zor sakinleştirdik…” sözleri ile aktardı.
Doğruyol olayından da bahseden Sermet Akdağ, Bellapais’teki Rum komando taburunun Doğruyol’a çıkarak, önce telsiz yerini, ardından ise oradaki mücahitleri imha ettiğini anlattı.
KARARGÂHIN TAVAN ARASINDA SAKLANAN RUM ASKERLER…
Harekâtın ikinci gününde kendisine Lapta’da arama tarama görevi verildiğini ve iki günlük görev süresince tavan arasında Rum askerlerin saklandığı evi karargah olarak kullandıklarını anlatan Akdağ, bu gerçeği olaydan altı ay sonra tavan arasından kaçan Rumların demeçlerini Rum basınından okuyunca öğrendiğini belirtti.
Akdağ, şöyle konuştu:
“Lapta’da şu anda sağlık ocağı olarak bilinen yerin yanındaki eve karargâh kurdum, yerleştim. Meğer 8-9 tane Rum asker bölgeden kaçamadı, evin tavan arasında saklandı. Ben bunu belki de altı ay sonra Rum basın özetlerinden öğrendim… Ben arama faaliyetleri için çıkardım, askerlerim de meğer ganimete çıkarlarmış. Rumlar bunu görür. Bu Rumların birkaç tanesi de inip yiyecek ararmış. Basında çıkan kendi ifadelerine göre çiğ patlıcan falan yemişler…
Yine basında yer alan ifadelerine göre, bir küçük demir bıçkı bulmuşlar. Tavan arasında su deposu var, onun borusunu kesip su içerler, sonra deliği kibrit çöpüyle kapatırlarmış. Bu arada küçük radyo bulmuşlar bir evden ve almışlar. Orada duymuşlar ki Klerides ile Denktaş beraber Bellapais’e gelecek. Kendi aralarında sorun çıkmış. Kimisi teslim olalım demiş, kimisi denize gidip bir kayık bulup kaçmayı istemiş.
Rumların ikisi bisikletle ve sivil kıyafet giyerek Lapta’dan Girne’ye kadar gitmiş. Denktaş ile Klerides’in geldiği an çıkıp Klerides’ten yardım istemiş. Denktaş, Türk polisine ifadelerini verdikten sonra bu iki Rum’u teslim etmeyi, kabul etmiş ve ikisi böylece kurtulmuş… Geriye kalanlar Lapta’daki kıyıya inip sandal bulup denize açılmış. Benim birliğim bunları görüp ateş açtı. Ben orada değildim görmedim ama bazı askerlerim bazılarını vurduklarını, bazıları ise kimseyi vuramadıklarını söyledi. Vurulan oldu mu bilmem ama onlar da öyle kurtulur.”
GAZİLİK…
Sermet Akdağ, 30 Ağustos 1974’te mayın patlaması neticesinde gazi oluşunu ve tedavi sürecini ise şöyle anlattı:
“Gece bölük komutanım toplantıya çağırdı, ‘Lapta’da Rum askerleri görüldü’ dedi. Hemen bölgeye gidilmesini istedi. Karargâhımızda tavan arasında kalan Rumlardan denize kaçanlardı onlar…
Komutan bana da Karşıyaka köyünün etrafının çevrilmesi görevini verdi. Yanıma personelimden beş kişi aldım. Arabayı ben kullanıyorum. Karşıyaka’ya vardık. Karşıyaka’dan Kozanköy’e inen yolu takip ettik. Önümdeki araçta da bölük komutanım var. Onlar durdu, ben de durdum. Kayalarla yollar kesilmiş… Bölük komutanıyla konuştuk, devam etmeme, geri dönme kararı aldık. Komutan kendi arabasıyla dönüş yaptı. Ben de arkasından geri dönüş yaparken aramızda bir mesafe oluştu. Yol içerisinde 4 tane mayın gördüm… Komutanın aracına yetişmek için biraz sürat yaptım. Sonra yavaşlamak için frene bastığım an bir patlama oldu, araba ikiye bölündü. Düşüşümü hiç hatırlamam, kendimi yerde buldum…
Arabanın arka kısmında benzin ateş aldı, yangın da çıktı. Bir mücahidimin Kelime-i şehadet getirdiğini duydum… Arabanın arkasında oturan üç kişi şehit oldu, önde oturan ben dahil üç kişi ise yaralandık. Benim kalça kemiğim tamamen koptu. Şimdiki Akçiçek Hastanesi’ne kaldırıldık. Ertesi gün helikopterle Adana’ya kaldırıldım sonra da Adana’dan Ankara Gülhane’ye götürüldüm. Yaklaşık yedi ay orada kaldım.”
“HANIM ÖLDÜM ZANNEDERDİ, HATTA MEVLİT OKUTMUŞ…”
Eşi Pembe Hanımın kendisinin Ankara’da tedavi gördüğünden haberi olmadığını ve hatta öldüğünü düşünerek mevlidini bile okuttuğunu söyleyen Akdağ’ın, o günleri anlatırken hala gözleri doluyor.
Akdağ, Kıbrıs’a dönüşünü ise şöyle anlattı:
“Ankara’da Gülhane Hastanesi’ne kaldırılışımdan eşimin haberi yok… Ben oradayken Kıbrıs’ta görev yapmış eski mücahitlerden Osman Ustaoğlu, hastaneye geldi. Ondan eşimi bilgilendirmesini istedim. Osman, birliğine dönünce Boğaz Sancağı’na bir mesaj çeker ve der ki ‘Servet Akdağ hayattadır. Ankara Gülhane’de yatmaktadır. Ailesine bildirilsin.’ Ama Kıbrıs’ta herkes Sermet Mehmet bilir. Türkiye’de ismim Servet’ti. Akdağ’lığım da orada verildi. Osman Ustaoğlu’nun mesajı ulaşır. Servet Akdağ’ı kimse bilmez. Şansımdan benim teyze oğlum Ethem, o gün orada nöbetçi. Ama o da beni Servet Akdağ olarak bilmez… Yine de Ethem, eşime olayı anlatır. Tabii eşim beni Servet Akdağ olarak da bilir. Ethem anlattığında eşim bayılmış… Hanım öldüm zannederdi, hatta mevlit da okutmuş…
Eşim annesini de alıp Lefkoşa’ya aile dostlarımız muhtar Tahsin Ali Rıza ve eşi Güler Hanıma gider ve Ankara’ya gitmek için yardım ister. Tahsin eşimi ve annemi alır Mağusa Limanı’na götürür. Ben de tesadüf o gün aynı gemiyle, sedyeyle Kıbrıs’a geldim. Ambulans beni eve kadar götürdü. Baktım, evde kimse yok. Yine ambulansla Tahsin Ali Rıza’ya götürüldüm. Güler Hanım beni karşıladı. ‘Pembe evde yok.’ dedim, ‘Pembe’yi Tahsin abin aldı Mağusa’ya götürdü, saat onda Türkiye’ye gidecek” dedi.
Orada taksici vardı, Güler Hanım taksiciyi çağırdı, ‘Koş gemiyi kaçırma, Tahsin abine de ki Pembe’yi geri getirsin.’ dedi. Az kalsın o da Ankara’ya gidiyordu.”
HAREKÂT OLMASAYDI…
Sermet Akdağ, 20 Temmuz 1974 tarihinin Kıbrıs Türkü’nün kurtuluşu olduğunu vurgulayarak ve “Harekât olmasaydı bugün Kıbrıs’ta Türkler olmazdı.” diyerek sözlerini tamamladı.