Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, 1964 yılından bu yana Kıbrıs'ta görev yapan kırk iki İsveçli Birleşmiş Milletler Barış Gücü gazisinden oluşan heyeti kabul etti.

Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Cumhurbaşkanlığı’nda yer alan kabulde konuşan Tatar, BM’nin Kıbrıs’taki varlığının  60. Yılında olunduğuna dikkat çekti ve  1960 Ortaklık Cumhuriyeti’nin adada bir arada yaşayan iki eşit halk olan Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar tarafından kurulduğunu; ancak Aralık 1963'te silah zoruyla devletin dışına itilen Kıbrıslı Türklere yönelik saldırıların başladığını anlattı.

Saldırılar nedeniyle 103 Kıbrıs Türk köyünün boşaltılmak zorunda kaldığını kaydeden Tatar, “Kıbrıs Türkleri zor şartlarda çadırlarda yaşamak durumunda bırakıldı. 4 Mart 1964'te BM Güvenlik Konseyi'nin 186 sayılı kararının ardından BM Barış Gücü olarak buraya görevlendirildiniz. Görevinizi yerine getirmek ve askeri saldırılar, korkunç zulümler ve insanlık dışı muameleyle karşı karşıya kalan Kıbrıs Türk halkını korumak amacıyla adaya geldiniz. Lefkoşa'da o zamanlar Cumhurbaşkanlığı sarayının iki sokak kadar uzağında yaşayan bir çocuktum. Kıbrıslı Türkleri korumak için adaya gelen BM askerlerini izlediğimi hatırlıyorum. Bunlar asla unutamayacağımız anılardır.” dedi.

BM Barış Gücü’nün adadaki varlığına rağmen Kıbrıslı Rumlar’ın, Erenköy, Geçitkale, Yeniboğaziçi dahil olmak üzere birçok yerde saldırılarını sürdürdüklerini belirten Cumhurbaşkanı Tatar “Kıbrıs'ta gerçek barış harekâtının, Yunan Cuntasının darbesi ve Kıbrıs Helen Cumhuriyeti'nin ilan edilmesinin ardından 20 Temmuz 1974'te garantör ülke Türkiye tarafından yapılan Barış Harekâtı ile gerçekleştiğini anlattı.

Cumhurbaşkanı Tatar, “Bu meşru müdahaleden sonra, Nüfus Mübadelesi Anlaşması, Kıbrıslı Türklerin Kuzey'e, Kıbrıslı Rumların da Güney'e yerleşmesini sağladı ve bu da gönüllülük esasına dayalıydı” dedi.

Cumhurbaşkanı Tatar, Çorlu Müzik Derneği Başkanı Kaya’yı kabul etti Cumhurbaşkanı Tatar, Çorlu Müzik Derneği Başkanı Kaya’yı kabul etti

186 sayılı kararın Rum tarafını adanın tek hükümeti olarak gördüğünü, bu nedenle de bugün Kıbrıslı Rumlara 'Kıbrıs Cumhuriyeti' muamelesi yapıldığını kaydeden Tatar, “1963 yılında cumhuriyetin dışına itilen Kıbrıs Türk halkının hakları o tarihten beri Rum tarafı tarafından işgal edilmektedir. Kıbrıs Türk halkı, kendi devletini kurarak kendi kendini yönetmektedir” dedi.

Kıbrıslı Türklerinin bugün kendi devlet çatısı altında adada barış ve özgürlük içinde varlıklarını sürdürdüklerinin altını çizen Cumhurbaşkanı Tatar, federal çözüm için görüşmelerin yıllardır yapıldığını ancak Kıbrıs Rum tarafının federal çözüm önerilerini en az 15 kez reddettiğini anımsatarak şunları belirtti:

"Nisan 2004'te Kıbrıs Rum halkı, ayrı ayrı yapılan eş zamanlı referandumlarda BM Kapsamlı Çözüm Planını yüzde 76 hayır oyu ile reddederken Kıbrıslı Türkler tarafından yüzde 65 evet oyu kullanıldı. Temmuz 2017'de federal çözüme yönelik son girişim yine başarısızlıkla sonuçlandı. Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıslı Türklerle eşitlik temelinde güç ve refahı paylaşmak istemiyor ve uluslararası toplum tarafından tüm Ada'nın tek hükümeti muamelesi görürken bunu yapma yönünde hiçbir teşvikleri de mevcut değildir. Sorunun özü budur."

Cumhurbaşkanı Tatar, Kıbrıs Türk tarafının artık iki devletin varlığına, egemen eşitliğe ve eşit uluslararası statüye dayanan gerçekçi bir çözüm için yeni bir vizyon ortaya koyduğunu da ifade etti ve şöyle konuştu:

“Biz kendi meclisimiz, hükümetimiz, yargımız, askerimiz, belediyelerimiz, kurum ve kuruluşlarımızla bir devletiz. Kıbrıs Türk halkı, kendi kaderini tayin etme hakkına sahip egemen bir halktır. Hiçbir zaman azınlık olmayı kabul etmeyeceğiz.”

-Arvidsson

Heyet adına konuşan Anders Arvidsson da, Cumhurbaşkanı Tatar'a kendilerini kabul ettiği için teşekkür ederek, ülkenin farklı yerlerini ziyaret ettiklerini, Ada'da görev yaptıkları döneme ait anıları yeniden yaşadıklarını söyledi. 

Adada iki farklı dile, kültüre ve dine sahip iki farklı halk bulunduğunu belirten Ardvisson, son 60 yılda çözüm konusunda ilerleme kaydedilmediğini, çözümün ancak tanınma ile mümkün olabileceğini uluslararası toplumun kabul etmesi gerektiğini ifade etti.