Siyasetin Gerçek Yüzü: Krizler, Kurultaylar ve Kayıplar
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti yeni bir seçim dönemine girerken, sokaktaki hava gergin, siyasetteki tansiyon ise dikkat çekici ölçüde yüksek. Bir yanda Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, partisinin kurultayında bir kez daha aday olarak ilan edildi. Öte yanda Tufan Erhürman, CTP’nin güçlü desteğiyle hem genel başkan hem de Cumhurbaşkanı adayı olarak sahaya indi.
Lakin bu seçim sadece iki liderin mücadelesi değil, aynı zamanda halkın yönetime, inanca, eğitim sistemine ve gelecek tahayyülüne karşı bir duruş sergileyeceği bir dönüm noktası.
Peki, bu yarışta ne oluyor?
Bugünlerde hükümet cephesinde yaşanan başörtüsü krizi, sadece bir okulda yaşanan münferit bir olay değil. Aksine, toplumun temel inançlarına dokunan, özgürlükler ekseninde derin bir tartışmayı tetikleyen bir kırılma anı.
Bu kırılmayı görmezden gelen ya da hafife alan her siyasi yapı, toplumun temel refleksini yanlış okumakla kalmaz, aynı zamanda halkın vicdanında da yerini kaybeder.
Hükümetin bu meseleye yaklaşımı ise ne yazık ki net değil, sağır. Oysa kriz zamanları liderlik testi gibidir; ya sağlam durursun ya da sarsılırsın.
Ersin Tatar’ın yeniden aday gösterilmesi, UBP’nin klasik refleksidir: Devletçi çizgiye sadakat. Ancak unutulmaması gereken şu: Bugünün seçmeni geçmişin seçmeni değil. Toplum artık daha fazla sorguluyor, “bizden biri” duygusu yetmiyor. Vatandaşın gözü; inançlarına, kimliğine, özgürlük alanına kimin ne kadar sahip çıktığında… Ve bugünlerde yaşanan bu kriz, hükümetin hanesine büyük bir eksi olarak yazılıyor.
Tufan Erhürman ise sahaya daha sakin ama stratejik adımlarla çıkıyor. Federal çözüm vurgusunun yanında, toplumsal uzlaşı ve bireysel özgürlükler konusunda gösterdiği hassasiyet, özellikle genç seçmenin ve tarafsız duran orta sınıfın ilgisini çekiyor. Giderek büyüyen kutuplaşma ortamında, birleştirici bir dil kullanması, ona avantaj sağlıyor.
Seçim sürecinde yaşanan krizler, yönetenin hem sınavı hem de aynasıdır. Başörtüsü krizi, hükümetin bu aynaya bakmadığını gösteriyor. Toplumun değerleriyle bu kadar ters düşen bir uygulamaya sessiz kalmak, “duyarsızlık” değilse bile, ciddi bir “siyasi körlük”tür. Bu da yalnızca kabineyi değil, doğrudan Cumhurbaşkanı’nın pozisyonunu etkiler. Çünkü halk, siyasi sorumluluğu en üst merciden başlatır.
Tatar bu krizden zarar görecek. Bu artık bir tahmin değil, gözle görünen bir gerçek.
Kendi partisinin içinde bile bu sessizliğe tepki duyanlar varken, kamuoyunda yaratılan bu öfkenin sandığa yansımaması mümkün değil. Hele ki sosyal medyada oluşan dalga, her geçen gün büyürken…
Sonuç olarak, bu seçim sadece bir Cumhurbaşkanı seçimi değil, aynı zamanda hangi değerler üzerinde bir gelecek kurulacağına karar verilecek bir kırılma noktasıdır.
İnancı, kimliği, yaşam tarzı yok sayılan bir toplum, susturulamaz.
Sandık günü geldiğinde, konuşur.
Hem de yüksek sesle.